24 Eylül 2025 Çarşamba

 

ESAS SUÇLU BU VAHŞİ KAPİTALİST SİSTEMDİR

Gazze’de insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden birisi yaşanıyor. Bir toplum roketlerle, füzelerle, toplarla, kurşunlarla, aç ve ilaçsız bırakılarak yok ediliyor. Bugüne kadar 70 binden fazla insanın hayatına son verildi. Bunların yarısından çoğu kadın ve çocuklardı. Enkaz altında bu rakamdan çok daha büyük insan cansın şekilde yatıyor.

Bütün bunlardan sürekli olarak Netanyahu sorumlu tutuluyor. Doğrudur Netanyahu bir katildir ama kiralık katildir. Ona bu katliamları yapması emri büyük bir güç tarafından verilmiştir. Esas katil bu güçtür. Bu gücün yaptığı ilk katliam da bu değildir. Bugüne kadar, Vietnam, Dominik Cumhuriyeti, Kuzey Kore, Laos, Kamboçya, Lübnan, Afganistan, Endonezya, Nikaragua, Panama, Grenada, El Salvador, Şili, Libya, Lübnan, Libya, Irak, Suriye ve Somali’de ve şimdide Filistin’de milyonlarca insanın ölüm emrini bu güç verdi.ES

GÜCÜN KAYNAĞI: KAPİTALİZM

Kapitalist dünyanın büyük sorunlarından birisidir eşitsizlik. Servet, gelir ve fırsat eşitsizliği en gelişmiş ülkelerde bile sosyal dokunun ciddi hastalıkları haline geldi. Marx’ın yıllar önce dediği gibi sermaye belirli ellerde toplandı.  Para hem ekonomik hem de siyasi güç olarak rakipsizleşti.

Bu güç, ülkelere, topraklara, toprak altı zenginliklere, dağlara, ırmaklara, hatta soluduğumuz havaya, seyrettiğimiz uzaya egemen olmak istiyor.

Bu güçlü sermaye Amerika'ya ait değildir, Amerika bu sermayeye aittir. Amerika ve İsrail bu kanlı paranın kullandığı iki büyük örgüttür. Amerikan ordusu, medyası bunların gücünü devam ettirmeye yarar. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış üsler, tesisler, uçaklar gemiler, füzeler bu sermayenin hizmetindedir. NATO’da bu gücün emrindedir.

Kapitalist sistemin koruyucusu Amerika’nın farklı ülkelerde kurulmuş 400 civarında askeri üssü vardır. Bu üslerde en az 500.000 askeri personel görev yapar. 8 000 stratejik, 22 000 taktik nükleer silah kapasitesi olduğu söylenir. Çok büyük bir donanmaya sahiptir. Binlerce uçağı, füzesi, tankı, topu vardır.

Batı Asya’nın (Orta Doğu) ve Doğu Akdeniz’in zengin enerji kaynaklarına el koymak için milyonlarca insanı öldüren, evinden yurdundan süren, kadınların ırzına geçen hep bu kirli paranın sahipleridir.

Bu parayı emperyalizmin askerleri kana bulamıştır; doların rengi yeşil değil kırmızıdır.

Bunlar sadece topla, füzeyle savaşmazlar. Mazlumların üzerine ekonomik yöntemlerle, psikolojik yöntemlerle giderler. Ambargo koyarlar, insanları aç bırakırlar, ilaçsız bırakırlar.

İnsanların beyinlerine de egemen olmak isterler. Onları bu vahşi sistemin kuklaları haline getirirler. Bunun için yumuşak güç kullanırlar. Televizyonlar, filmler, diziler, sinema ve diğer sanat dalları, gazeteler, sosyal medya ortamları, eğitim ve kültür programları bu yumuşak gücün araçlarıdır. Bu araçları kullanarak, kendi amaçlarını Amerika halkının ve diğer ülke halklarının amacı haline getirirler. Onları robot haline dönüştürür ve istedikleri gibi kullanırlar.

CIA’nın çıkardığı gazeteler var, fonladığı gazeteciler var, yönettiği televizyonlar var, çevirdiği filmler, diziler var, yayımladığı kitaplar var, beslediği sosyal medya trolleri var, liderlik okullarında eğittiği politikacılar var. Bunlar aracıyla, toplumları yönlendirirler, kışkırtırlar. Egemenlik meraklısı büyük sermayenin çıkarı neyi gerektiriyorsa toplumun o şekilde düşünmesini sağlarlar.

Bu yumuşak güç unsurlarının en etkili olduğu ülkelerin başında Türkiye gelir. Bu nedenle Türk halkı Gazze’deki bu toplu katliamlara Bazı Avrupa ve Güney Amerika ülke halkları kadar tepki vermedi. “Araplar bizi arkadan vurdu” lafını boşuna yaymadılar…

SİLAHSIZ OLMAZ

Gazze’deki bu insanlık dışı canavarlar ancak silahla durdurulur. Kolombiya devlet başkanı Gustavo Petro’nun önerisi gerçekçidir. Gustavo Petro, BM Genel Kurulu'nda Gazze'de yaşanan soykırımı kabul etmeyen ülkelerin bir "barış gücü" oluşturması gerektiğini söyledi ve "Eğitimsiz Mavi Bereliler yerine, soykırımı kabul etmeyen ülkelerden oluşan güçlü bir orduya ihtiyacımız var" dedi.

Bu ordu hemen kurulmalıdır. Filistin devletinin tanınmasının katliamları durdurmada hiçbir etkisi olamaz. Silaha ancak silahla karşı konulur.

Bu katliam ne ilk ne de son olacak. Bu kanlı tablo kapitalizmin ve onun doğurduğu emperyalizmin eseridir. Bu vahşi kapitalist sistem devam ettiği sürece, paranın ekonomik ve siyasi gücü de devam edecektir. Bu gücü koruyarak bu güce gem vurulamaz. Öncelikle sermayenin belirli ellerde birikimine engel olmak gerekir.

Mücadele, bu vahşi sisteme karşı yapılmalıdır. Bu sistem devam ettikçe, bu Netanyahu gider başka bir Netanyahu gelir.

 

20 Eylül 2025 Cumartesi

TÜRKİYE BİR DEVRİME GİDİYOR

Ertuğrul Özkök bir beyanda bulunmuş ve İsrail-Türkiye savaşının olma ihtimali sıfırın altındadır demiş. Anlaşılan, başımızı kuma sokmamızı istiyor çünkü o bir görev adamı. Tehlike ve tehditleri görmezsek önlem de alamayız.

 İsrail tehlikesini gizlemek için bir açıklama da Ümit Özdağ’dan geldi. Ona göre, Kürdistan’ı Çin kurmak istiyormuş.

 Bir kere şunu söyleyelim, İsrail sadece İsrail değil. İsrail demek Amerika ve başta Yunanistan olmak üzere bazı diğer Avrupa ülkeleri demek. Tehdit bu ortaklıktan geliyor.

 Amerika sürekli Doğu Akdeniz’deki varlığını artırıyor. Girit’teki üssünü büyüttü. Yunanistan’daki üs sayısını artırdı. Sınırımıza 40 km mesafede, Dedeağaç’ta büyük bir üs kurdu. Daha geçenlerde Yunanistan ile beraber nehri geçme tatbikatı yaptı. Biliyorsunuz Yunanistan ile bizim aramızda Meriç nehri var. Güney Kıbrıs’a sürekli asker ve mühimmat yığıyor. İsrail’de Güney Kıbrıs’a hava sistemleri yerleştiriyor.

 Doğu Akdeniz’de Amerika, Yunanistan, İsrail donanmaları sürekli tatbikatlar yapıyor.

 Yunanistan Sağlık bakanı iki gün önce şöyle dedi: “Tel Aviv, bölgedeki başlıca müttefikimizdir. Türkiye’nin kilit rakibidir. Eğer bugün biz İsrail’in yanında olursak, yarın neye ihtiyacımız olursa olsun İsrail de bizim yanımızda olacaktır”

 Eski MOSSAD Başkanı Yosi Cohen, “Türkiye İran’dan daha büyük tehdit” diyordu.

 Salı günü Jerusalem Post gazetesinin bir etkinliğinde konuşan İsrail Diaspora ve Antisemitizmle Mücadele Bakanı Amihay Şikli; Türkiye, Suriye ve Katar'ı "yeni şer ekseni" olarak nitelendirerek, "Bu yeni İran'dır” dedi.

 Netenyahu’nun son konuşması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı saldırması, esas hedefin Türkiye olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

 ÖNLEMLER ALINIYOR

 Milli güçler Amerika, İsrail ve Yunanistan ve Güney Kıbrıs’tan kaynaklanan tehdit ve tehlikeleri gördü ve önlemler almaya başladı.

 2014’te Silivri duvarları yıkıldı ve askerlerimiz, aydınlarımız özgürlüğüne kavuştu.

 24 Temmuz tarihinde, Türk uçakları Kandil’i bombaladı ve PKK unsurlarına karşı silahlı mücadele başladı. “Açılım süreci” adı altında yürütülmekte olan ihanete son verildi. PKK kendi açtığı hendeklere gömüldü.

 15/16 Temmuz 2016 gecesi sokak sokak, kışla kışla Amerika ile savaşıldı ve Türkiye’ye egemen olmak için yapılmak istenilen darbe önlendi.

 Bu tarihten itibaren ordu, yargı, emniyet ve tüm devlet kurumları Amerika’nın içimizde kurduğu  FETÖ örgütünün mensuplarından temizlenmeye başlandı.

 15 Temmuz’un hemen arkasından, 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı adı altında, PKK unsurlarına karşı Suriye’nin kuzeyine askerî harekât yapıldı. Bunu Barış Pınarı, Zeytin Dalı gibi harekâtlar takip etti. Bu şekilde, Kürdistan adı altında, İran’dan başlayıp Akdeniz kadar uzanan bir alanda kurulmak istenen ikinci İsrail devletine engel olundu.

Terör örgütünün tüm unsurlarına karşı silahlı mücadele devem ettirilerek, PKK silah bırakmaya mecbur edildi.

Tehdit algısı değiştiği için önce Rusya’dan S 400 hava savunma füzeleri alındı.  Savunma sanayiinde büyük atılımlar yapıldı ve dışa bağımlılık azaltıldı. Milli Piyade tüfeği ile başlayan atılım, kara, deniz ve hava savunma silahlarının gelişmesi sayesinde ordunun kullandığı silah ve mühimmatın yerlilik oranı kısa sürede %20’lerden %80’lere çıkarıldı.

 Türkiye artık sadece top tüfek yapmıyor, roket, füze (hipersonik dahil), tank, çeşitli zırhlı araçlar, İHA, SİHA, insanlı insansız savaş uçağı, helikopter, muhrip, hücumbot, denizaltı yapıyor. Ambargo nedeniyle alamadığımız tank, helikopter, uçak, SİHA’ların motorlarını da kendimiz yapmaya başladık. 

 İÇ CEPHE ÖNEMLİ

 Bu tehdit ve tehlikelere karşı iç cephenin de güçlü olması gerekiyordu. Bu amaçla Sayın Bahçeli bir açıklama yaparak, PKK’nın kendisini feshettiğini Öcalan’ın açıklamasını istedi Öcalan’da bir mektup yayınlayarak, “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” dedi. Böylece “fesih, silah bırakma ve toplumla ve devletle” süreci başlamış oldu.

Sayın Devlet Bahçeli’den Sünni-Alevi birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek için bir hamle de sanırım 29 Ekim’de gelecektir.

 İsrail yalnız değil, Amerika, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve bazı Avrupa ülkeleri İsrail ile ittifak halindeler. Savaşı önlemek ve tehditleri bertaraf etmemiz için bizim de güçlü bir ittifak kurmamız gerekiyor. Bu yöndeki bir çağrı da gene Bahçeli’den geldi ve şu ifadelerle Türkiye, Rus ve Çin ittifakını önerdi:

 “Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek 'TRÇ' ittifakının inşa ve ihya edilmesidir. TRÇ ittifakının da Türkiye, Rusya ve Çin’den müteşekkil olması arzu ve önerimizdir.”

Sonuç olarak; tehdit Batı kaynaklıdır, bunun başını Amerika İsrail ortaklığı çekmektedir. Türkiye’nin milli güçleri bunu görmüştür. Önlemler alınmaktadır.

TÜRKİYE DEVRİME GİDİYOR

Bu gelişmeler eninde sonunda Türkiye’yi bir devrime götürecektir. Türkiye Batı’dan kopup yükselen Asya uygarlığındaki yerini alacaktır.

Bağımsız, başı dik, özgür, üreten, kamucu, halkçı Türkiye’ye doğru ilerleyiş devam edecektir. Var olan yönetim ile gerçekleşemeyeceğine göre, AKP, CHP, VP ve diğer partilerdeki milli unsurların bir araya gelmesi ve yeni bir hükümet kurması kaçınılmazdır.

 


30 Ağustos 2025 Cumartesi

 

4 EKİM 1922

30 Ağustos’un öneminin tam olarak anlaşılması ve Atatürk’ün gerçek anlamıyla anılması için onun 4 Ekim 1922 tarihinde, TBMM’nde milletvekillerini bilgilendirmek için yaptığı konuşmayı okumak ve değerlendirmek gerekir.

Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkar ve anlatır:

“Efendiler, kalbimde derin bir özlem doğuran ayrılıktan sonra tekrar sizlerin arasına katılmış olduğumdan dolayı mutluyum. Cenabı Hakka şükrederim ki, ordularımızın silahlarına emanet ettiğiniz aziz ve mübarek maksat, arzu ettiğiniz gibi mutlu sonuca ulaştı.  

En karanlık ve bahtsız günlerimizde Meclisimizin sarp ve yalçın bir kaya gibi azim ve imanı talihin bu parlak gelişimine erişmek için gereken imkânı daima saklı tuttu. Milli meselelerde şaşmaz bir aklıselimle daima doğruyu ve daima iyiyi bulan ve ayırabilen Meclisimizin bu neticelere ermekten dolayı duyduğu mutluluk kadar hak edilmiş ne hayal edilebilir?

Milletimizin kaderini doğrudan doğruya üstlenerek üzüntü yerine umut, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu sevinçle dolu olarak, pek aziz ve değerli arkadaşlarımı, bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklal fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum.

 “Memleketimizi çiğnemek üzere, memleketimize giren Yunan ordusunu harim-i ismetimizde boğacağız sözümde hata etmemiş olduğumu hadisat ispat etti zannederim. Hakikaten Yunan ordusu harim-i ismetimizde tamamen boğulmuştur arkadaşlar!

“Her safhasıyla düşünülmüş, ihzar, idare ve zaferle intaç edilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk zabitan ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin lâyemut abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur…”

"Efendiler! Taarruzumuz, öteden beri Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi Paşa hazretlerinin pek derin ilme ve vukufa ve pek derin feyiz ve tecaribe müsteniden ihzar ettiği plân dâhilinde vuku bulacaktı. Bu plan düşman ordusunu kaçırmak için değil, fakat tutup boğmak esasını ihtiva eden bir plândı.."

 "Kemali hürmet ve tebcil ile zikretmek mecburiyetindeyim ki, doğrudan doğruya harekât-ı askeriye ile alâkadar ve bunu ihzar ve idareye memur olan her üç zat da benimle tamamen hemfikirdi. Zikretmek mecburiyetindeyim ki, aynı kuvvet ve kanaatle bana iştirak eden bu zevattan birisi muhterem Erkânı harbiye-i Umumiye Reisi Fevzi Paşa Hazretleridir. Diğeri Garp Cephesi kumandanı İsmet Paşa ve üçüncüsü de Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa Hazeratıdır. Ordu kumandanları paşalar hazeratı ile kolordu ve fırka kumandanları harekâtı büyük bir cesaret ve maharetle idare etmişler ve diğer bütün cüzütam kumandanları da şayanı gıpta ve siyayiş bir hissi fedakâri ile ifay-ı vazife eylemişlerdir"

 "Efendiler! Topçularımız bu mevzilere gece geldiler ve karanlık içinde mevzi aldılar ve fecirle beraber bütün dünyanın gözlerinin açıldığı zaman ateşe başladılar. Kemali takdirat ve hürmetle bunu zikretmek isterim ki, topçularımızın o gün göstermiş olduğu maharet ve vukuf, bütün dünya topçuları için misal olacak mahiyetteydi. Hayat-ı askeriyemde bu kadar mükemmel bir topçu ve bu kadar mükemmel idare edilmiş bir topçu ateşi nadiren gördüm. Topçularımız saat 4.30’da endahta başladılar; bilirsiniz ki, topçulukta evvelâ ateş tanzim etmek için, endaht yapılır. Yarım saat zarfında bütün bu cephe üstünde endaht tanzim edilmiş ve saat beşte yani yarım saat sonra, bu saydığım nikat üzerine şiddetle tesir endahtına başlanmıştır"

"Ordumuzda zabitan ve kumandanların kendilerine verilen vazifeyi ifada gösterdiği tehalükü ve hissî namusu göstermek isterim. Ordumuzdaki zabitan ve kumanda heyeti âliyesi yekdiğerine karşı böyle bir muhabbetle, hürmetle, emniyet ve itimatla merbuttur ve mafevkten aldıkları emri bir namus telakki ederek ifa ederler"

 "Bütün bu muharebat olurken, süvarilerimiz tamamen düşman kıtaatının gerilerinde olmak üzere, hareket ediyordu. Meselâ: Olucak’ta ve Başkilise’de bazen piyade gibi, ateş muharebesi yaptı ve fakat ekseriya kılıcını çekti ve dörtnala düşman saşarı içerisine girdi. Efendiler! Süvarilerimizin burada göstermiş olduğu hamaset tasavvurun fevkindedir ve gayri kabil-i tasvirdir. Henüz muharebeye girmiş taze düşman fırkalarını görür görmez süvarilerimiz tahammül edemiyorlardı, bunları tevkif etmeye imkân yoktu ve derhal kılıcını çekiyor ve düşmanın içerisine dalıyorlardı. Ve hakikaten; bu kahramanlık sayesinde garba çekilmek isteyen düşman kıtaatı durmaya ve vaziyet almaya mecbur edildi ve o esnada bir taraftan piyadelerimiz ve topçularımız yetişti ve düşmanı tekrar muharebeye mecbur ettik"

"Topçularımızın, piyadelerimizin, süvarilerimizin, makineli tüfeklerimizin, tayyarecilerimizin ve her sınıf askerlerimizin gösterdikleri gayret ve kahramanlık her türlü takdiratın fevkindedir. Ve bahusus askerlerimizin Yunan ordusunun kalb ve vicdanına verdiği dehşet haiz-i ehemmiyettir. O havf-ü haşyet ve dehşet buradaki mahvü müzmahil olan kıtaattan başka bütün Yunan ordusuna sirayet etmiş bulunuyordu. Müteakip hareket bunun şahid-i katîsi olmuştur. Bu muharebenin neticesi Yunanların ve Rumların kalbini sındırmıştır. Binaenaleyh; bu muharebeye Rum Sındığı Meydan Muharebesi demek çok muvafık olur. Bu suretle Afyon-Karahisar’dan izmir’e kadar dört yüz küsur kilometrelik mesafe, müteaddit meydan muharebeleri de dâhil olduğu halde ordularımız tarafından on beş günde katedilmiş ve milli ordunun bu müstesna kudret ve hareketi bilhassa şayan-ı tezkâr bulunmuştur"

 "25 Ağustos günü başta bulunan zevatla birbirimize dedik ki; Taarruz edeceğiz, bilâfâsıla takip edeceğiz ve düşmanı imha ederek, nihayet behemehal muvaffak olacağız. Bu kanaate sahip olmayanlar da vardı. Arkadaşlar bu kanaate sahip olmayanlar değil; ordumuzun yerinden kıpırdayamayacağı ve taarruz kabiliyetinden mahrum olduğu zehabına kapılan bazı kimseler de vardı, belki de bu zehap ve bu sözlerin telaffuz edilmiş olması düşmanlarımızı ümitlendirdi. Belki de isabet oldu. Fakat bugün tahakkuk eden neticenin tarihimize kuvvetle şeref bahşolmasına delâlet etmiş olduklarından dolayı, onlara da ayrıca teşekkür etmek lâzım gelir"

 "Efendiler! Bu Anadolu zaferi tarih arasında, bir millet tarafından tamamen benimsenen bir fikrin ne kadar kâdir ve ne kadar muhyi bir kuvvet olduğunun en güzel misali olarak kalacaktır. Önümüze dikilen bütün mevanii birer, birer yıkıp aştıktan sonra bugün artık Misak-ı Milli’nin çizdiği hudutlar dâhilinde, mesut, müreffeh ve hür yaşamak için, her ne lâzımsa, bunların hepsini istihsâl edeceğiz. Düşman elleriyle viran olmuş ve milletimiz tarafından her köşesini kurtarmak için seve, seve can verilmiş ve çocuklarımızın kanıyla sulanmış olan yurdumuzun ufkunda artık sulhun tatlı güneşi gecikmeyecektir.

Efendiler! Milletimiz, tek bir adam gibi, gösterdiği sarsılmaz vahdet ve gayret sayesinde bu muvaffakiyeti ihraz etmiştir. Milletimizin sulh işlerinde de sulhtan sonraki işlerde de, aynı himmet ve gayreti ve vahdeti göstererek; bu zaferi itmam edeceğine şüphe yoktur. Bu zafer bize bir imkân bahşediyor. Biz bu imkânı memleketimizin, milletimizin münevver, mesut ve müreffeh istikbali için kullanacağız"

"30 Ağustosta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk Milletinin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür. Eğer ben, izahta izhar-ı acz edersem beni mazur görünüz"

"Efendiler! Sözlerime hitam vermeden evvel kemali iftiharla şunu arzedeyim: Bu hareketi yapan bir ordunun babalarından ve analarından ibaret olan milletimiz bütün cihana karşı en yüksek mevki-i hürmeti ve mevkii izzeti kazanmıştır. Milletimiz bîperva iftihar edebilir. Bu en kuvvetli şeraitle hakkıdır ve böyle bir milletin âciz bir ferdi olmakla en büyük saadeti hissediyorum. Bu muharebe meydanlarında, emsalsiz kahramanlıklar ve şehamet göstermiş olan zâbitlerimizin, neferlerimizin ve kumandanlarımızın her biri ayrı, ayrı bir menkıbe, bir destan teşkil eden harekâtını kemali tebcille ve hürmetle ve takdirle yâdediyorum. Ve bu şehamet meydanlarında rahmeti rahmana kavuşan şühedamızın muazzez ervahına hep beraber fâtihalar ithaf edelim. Arkadaşlar! En son sözüm budur. fiehamet meydanında ölenlerin analarına babalarına taziyeler değil, fakat tebrikâtımızı îsal edelim"

 

 

BİR DEVRİN BATTIĞI ZAMAN VE YER: 30 AĞUSTOS VE DUMLUPINAR

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.

30 Ağustos 1922 Türk tarihinin en önemli günlerinden birisidir.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

 Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

 Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya kabul ettirdik.

Bu zaferle, Türk milleti, şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı 

ATATÜR’ÜN ZAFERİ DEĞERLENDİRMESİ

30 Ağustos’un hemen sonrasında, TBMM Reisi ve TBMM Ordularının büyük kumandanı Mustafa Kemal Paşa bu büyük zaferi değerlendirir ve bilgilendirir.

 Atatürk, bu konuşması ile sadece milletvekillerini değil, ebede kadar yaşayacak olan Türk milletinin her ferdini bilgilendirir.

 “Her safhasıyla düşünülmüş, ihzar, idare ve zaferle intaç edilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk zabitan ve kumanda heyetinin, yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin lâyemut abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur…”

 "..Milletin mukadderatını doğrudan doğruya deruhte ederek yeis yerine ümit, perişanlık yerine intizam, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin, civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan kalbinin nadiren duyabileceği bir memnuniyet içindeyim. Kalbim bu meserretle dolu olarak pek aziz ve muhterem arkadaşlarımı bütün dünyaya karşı temsil ettikleri hürriyet ve istiklâl fikrinin zaferinden dolayı tebrik ediyorum"

 31 Ağustos sabahı harp sahasını gezerken gördüğü manzara karşısında düşman askerlerinin durumunu şöyle değerlendirir: "Allah’ın bunlara bunu mukadder etmiş olmasına göre, burada bu vaziyete girenler asker değildir. Bunlar herhalde caniler ve katillerdir" Yunanlılar çekilirken, her yeri yakmış, yıkmış ve âciz, müdafaasız ahaliyi, kadın ve çocukları öldürmüş, yakmıştır. Bu nedenle Atatürk, "Bu müthiş faciayı kemali lânet ve nefretle yâdetmek lazım gelir" demiştir.

 30 Ağustos, bize bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik kapılarını açan bir zaferdir. Bu zaferi “milli varlığı son bulduğu sanılan” büyük Türk Milleti, askeri ile, komutanı ile, kadını ile çocuğuyla birlikte kazanmıştır.

 Bugün bağımsızlık timsali bayrağımız gönderinde dalgalanıyorsa, padişahın kulu olmaktan çıkıp özgür vatandaşlar olduysak, egemenlik Osmanlı sülalesinden millete geçtiyse, Türk olmanın gururunu yaşayabiliyorsak bunu bu büyük zafere borçluyuz.

 Yıllarca süren savaşlardan yorgun ve bitkin bir halk; insanlar aç ve susuz, üstte yok, başta yok, her evde 3-5 şehit veya gidip de gelmeyen nişanlı, koca, baba. Bu yokluk ve perişanlık iççinde eksik olmayan hürriyet ve istiklâl arzusu. Peki Osmanlı ne yapıyor? Kendi ikbali peşinde. İngiliz’e teslim olmuş, sarayından çıkamıyor ki o saraylar Türk halkı açıktan hastalıktan, savaşlardan kırılırken ondan bundan borç alınarak yapılmış. Zafer gerçekleşince Türk halkı mutlu, mesut, padişah ve avenesi ise üzgün ve mahzun.

 Bu eseri yaratan başta Mustafa kemal Paşa olmak üzere gazilerimize, şehitlerimize şükranlar olsun. Onlar sayesinde Osmanlının bize bıraktığı işgal edilmiş vatan, yabancı güçlerden temizlenmiş ve bağımsız bir vatana dönüşmüştür.

 Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1924 yılında yapılan, 30 Ağustos’u anma toplantısında bu büyük zaferi kazanan Türk halkını şöyle anlatmış:

 "Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun. Söz burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor.

Bu toprakların içinde zerre zerre parıltılarla örtülü, bembeyaz genç dişleri arasından istiklâl şehitleri bir şey sayıklıyorlar: "Ey Türk milleti, senin için! Diyar diyar, iklim iklim, bütün o boğuşmalar, o mücahedeler ve bu ölüm, ey Türk milleti senin için, senin için"

 Afyon ovası ve Kocatepe Necmettin Halil Onan’ın dediği gibi bir devrin battığı yerdir. Bu devrin batması ile, Türkiye Cumhuriyeti “Yeni bir güneş gibi doğmuştur” ve Türk Ulusu hürriyet zevkini Cumhuriyet ile birlikte tatmaya başlamıştır.

Necmettin Halil Onan


Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

 

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda,

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

 

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,

Mübarek kanını kattığı yerdir.

 

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

Bir harbin sonunda, bütün milletin,

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

22 Temmuz 2025 Salı

 

BİRAZ DA SINIFSAL ÇELİŞKİLERİ KONUŞALIM

İnsanları etnik kökenine, dini inancına, mezhebine göre tanımlamak ve devlet görevlerini bu tanımlara uygun olarak belirlemek ülkemiz için son derece yanlıştır ve yıkıcıdır.

Anayasada ve yasalarda görev tanımı yapılırken etnik kimlikleri ve dini inançları kriter olarak belirlemek Türkiye için felaketin başlangıcı olur.  

Her insan yasal şatları yerine getirmek şartıyla devletin her kademesinde görev alabilir ve almaktadır zaten.

Bırakalım şu Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Sünni, Alevi laflarını da insanları başka türlü tanımlayalım. Emekli diyelim, emekçi diyelim, memur diyelim, rençber diyelim, esnaf diyelim, fabrikatör diyelim.

Alevi emekli maddi sıkıntı çekiyor da Sünni olan çekmiyor mu? Memur Kürt asılı ise maaşı daha mı düşük oluyor. LGS, YKS gibi sınavlarda sonuçlar etnik köken ya da mezheplere göre mi değerlendiriliyor.

Biraz da sınıfsal çelişkilerden söz edelim. Toplumsal sorunlarda etnik köken, dini inanç ön plana alınıp tartışılınca sınıfsal çelişkiler unutuluyor. Kim bilir belki de esas amaç bu.

İnsanlar bu şekilde meşgul edilince akıllarına, Türkiye’nin en zengin 25 kişisinin serveti zengin olmayan kaç milyon insanın servetine eşit acaba ve bu durum neden böyle diye düşünmüyor.

Milli gelirden sermayenin aldığı pay artarken emekçinin ve emeklinin aldığı pay neden azalıyor diye düşünmüyor.

Bu özel okullar, bu özel hastaneler niçin var ve neden ben ve çocuklarım bunlardan neden faydalanmıyoruz diye düşünmüyor. 

Bu servet, gelir ve fırsat eşitsizliği neden var diye düşünmüyor.

Televizyonlar, gazeteler birkaç istisna hariç neden zenginlerin elinde ve neden yukarıda yazdığım konular bu zeminlerde tartışılmıyor diye düşünmüyor.

TBMM’nde neden hiç işçi yok, yoksul yok diye düşünmüyor.

Egemen güçlerin önümüze sürdüğü şu etnik köken, dini inanç gibi tanımlamaları bırakalım da biraz da sınıfsal gerçekleri konuşalım, tartışalım. Ne dersiniz?

15 Temmuz 2025 Salı

 

“AMERİKAN KATİL KATİL”

https://youtu.be/aC7pvV5L5ns?t=47

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim.  Türkiye’ni en büyük düşmanı Amerika’nın başını çektiği Batı Emperyalizmidir; kısaca söylersek Amerika’dır.

Bugün 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü’nü kutluyoruz ama o gece Türkiye’yi işgal etmeye kalkan Amerika’yı bir kenara koyup, sadece onun kurup, büyütüp, desteklediği FETÖ’yü suçluyoruz. 

FETÖ şunu yaptı, bunu yaptı; FETÖ yapmadı, Amerika yaptı. Gerçek düşmanı gizlemeye gerek yok. 

Bir de PKK meselesi var. Bu konuda da aynı hatayı yapıyoruz. PKK diyoruz Amerika diyemiyoruz.   

Şehitlerimizi anıyoruz ama Amerika katil diyemiyoruz.

Amerika olmasaydı, ne FETÖ olurdu ne de PKK. 

Gerçek düşmanın Amerika olduğunu gizlediğimiz yetmiyormuş gibi, çağdaşlaşma adı altında yıllardır çocuklarımızı, gençlerimi Amerikan hayranı olarak yetiştiriyoruz.

Televizyonların, gazetelerin büyük çoğunluğu (yandaş, muhalif fark etmez) Amerikan hayranlığı yayıyor. Filmler, diziler Amerikan kültürünü dayatıyor.  Milli kültürümüzün yerini Hollywood  kültürü alıyor.

İngilizce okullarımızda ikinci dil oldu. Halkımızın çoğunluğu öyle Amerikan hayranı oldu ki, sadece bize değil,  mazlum milletlere yaptığı kötülüklerin hiçbirisini göremiyor.

Amerika’nın düşmanlıklarını gizlediğimiz ve ona karşı olan hayranlığımızı artırdığımız için o da bize her türlü kötülüğü rahatlıkla yapıyor. Ekonomik olarak saldırıyor, siyasi olarak saldırıyor, terör örgütleri vasıtasıyla saldırıyor, kültürel olarak saldırıyor, psikolojik olarak saldırıyor. Biz de Amerika’ya dostumuz ve müttefikimiz diyoruz ama düşmanımız diyemiyoruz. 

Bu güne kadar kendi askerlerini doğrudan kullanmadı ama dört bir yanımızda kurduğu askeri üsler, ve denizde ve karada yaptığı tatbikatları düşünce onun da muhtemel olduğu akla geliyor.

Bugün 15 Temmuz; bari bugün düşmanın adını ve nasıl bir şey olduğunu yüksek sesle haykıralım; tıpkı Mahzunî Şerif gibi: “AMERİKA KATİL, KATİl”.

https://youtu.be/aC7pvV5L5ns?t=47

Defol git benim yurdumdan
Amerika katil katil
Defol git benim yurdumdan
Amerika katil katil

Yıllardır bizi bitirdin
Amerika katil katil
Yıllardır bizi bitirdin
Amerika katil katil, katil

Tuz diye yutturur buzu
Gafil düştük kuzu kuzu
Dünya'nın en namussuzu
Amerika katil katil

Devleti devlete çatar
İt gibi pusuda yatar
Devleti devlete çatar
İt gibi pusuda yatar

Kan döktürür, silah satar
Amerika katil katil
Kan döktürür, silah satar
Amerika katil katil

Japonya'yı yiyen velet
Dünya'daki tek nedamet
İki yüzlü kahpe millet
Amerika katil katil

İnsanı alçak sarısı
Küstü Dünya'nın yarısı
İnsanı alçak sarısı
Küstü Dünya'nın yarısı

Vietnam'ın pis karısı
Amerika katil katil
Vietnam'ın pis karısı
Amerika katil katil, katil

Bunca milletlere yazık
Sömürülmüş bağrı ezik
Seni seven kanı bozuk
Amerika katil katil

Mahzuni der Türk milleti
Çıksın gitsin elin iti
Mahzuni der Türk milleti
Çıksın gitsin elin iti

12 Temmuz 2025 Cumartesi

 

İHANETMİŞ!

PKK, Amerika ve İsrail’in her türlü desteğine rağmen Kürdistan isimli ayrı bir devlet kurmasının imkânsız olduğunu anlamış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ve Türk Milletinde bütünleşmek amacıyla silah bırakmaya karar vermiş,  kendisini feshetmiş, Amerika ve İsrail’in verdiği silahları yakmış ama bunu ihanet olarak görenler var.

Devletimizin sınırlarında değişiklik var mı ? Yok. Anayasa’nın 4. ve 66. Maddesi değişti mi? Değişmedi. Teröre herhangi bir taviz verildi mi? Verilmedi. 

Doğrusu biz anlamdık; kim kime ihanet etti? Hangi eylem kime ve neye ihanettir? Hain olan kim? Devlet mi, PKK mı?

Süreç başarılı bir şekilde son bulursa Edirne’den Van’a, Ağrı’dan Muğla’ya kadar bu toprakların tamamında, insanlar Türk, Kürt, Arap, Çerkez ayırımı göstermeden Türkiye Cumhuriyeti’nde ve Türk milletinde bütünleşmiş olacak, kardeşçe yaşayacak. Amerika ve İsrail yenilmiş olacak. Hedef bu, amaç bu…