16 Mart 2024 Cumartesi

RAMAZAN AYI BİRLİK AYI:  “AYNI VARDAN VAR OLMUŞUZ”

Her türlü zulüm, katliam, sömürü bütün gücüyle ve hızıyla devam ediyor.

Yeni de değil! Bu kötülükler insanoğlunun ben sen ayırımı yapıp, bu senin değil, benim dediği gün başladı. Malik olma arzusu ve egemen olma hırsı devam ettiği müddetçe de devam edip gidecek.

Bütün kötülüklerin kaynağı olan,  arzu ve istek yüklü bu nefis yok edilmedikçe ya da dizginlenmedikçe insanlık çok daha büyük felaketler yaşayacak.

Kapitalizmin ve onun yarattığı emperyalizm işte bu nefisin eseridir.  

İslamiyet’in özünde nefsin kontrolü vardır. Nefis yok olursa, sen ben olmaz, biz olur, birlik olur.

Ramazan ayı nefsin isteklerine dur deme ayı olmalı diyoruz ama bu kutsal ay da özel çıkarcılığa teslim olmuş durumda. Gösterişli iftar sofraları, yoksulun acısını dindirmeyen, tam tersi artıran sadakalar bu ayın özelliği hiç değil…

Toplum, o gösterişli iftar sofralarında sadaka verenlerle sadaka alanlar arasında bir kez daha iki sınıfa ayrılmış durumda.

Vahşi kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda insanların büyük çoğunluğu nefsinin esiri olmuştur.  Birlik yoktur, senlik-benlik vardır.

İslamiyet, Allah’tan başkasına kulluğu reddeder; bir olmayı, eşitliği, kardeşliği esas alır. Birliği beraberliği bozan,  kötülüklerin anası olarak kabul edilen nefsin terbiye edilmesini ister.

Ramazan ayı nefsimizi terbiye ettiğimiz aydır, daha doğrusu öyle olmalıdır. Nefsin istekleri bencilliktir, menfaatperestliktir, bireyciliktir. Nefsini terbiye edenlerde sen ben olmaz; biz olur.

Bizim bu gerçekleri haykıran ozanlarımız var; Yunus Emre’miz var:

“Adımız miskindir bizim düşmanımız kindir bizim

Biz kimseye kin tutmazız kamu âlem birdir bize”

**

“Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan

 Halka müderris ise hakîkatde âsıdur.”

**

“Niderüz biz hayat suyun, canı yağmaya verdik

Cevherleri sarraflara, madeni yağmaya verdik

 

Benim ol bezirgan kim, hiçbir assı gözetmedim

Çünki assıdan da geçtik, ziyanı yağmaya verdik

 

Bu yolun arifleri geçirmezler her metaı

Biz şöyle uryan gideriz, cihanı yağmaya verdik

 

Küfür ile iman dahi, hicap imiş bu yolda

Safalaştık küfürle, imanı yağmaya verdik

 

Senlik benlik olucağız, iş ikilikte kalır

Çıktık ikilik evinden, sen beni yağmaya verdik

 

Bu bizim pazarımızda, yokluk olur müşteri

Geçtik bitmez sağınçtan, zamanı yağmaya verdik

 

Payanlı devr ü zaman, nice anlasın Yunus'u

Payansız devre erdik, devranı yağmaya verdik”

**

Bizim Şah Hataî’miz var:

“Bunda kibr ü kin olmaz

Hem sen olup hem ben olmaz

Âdem öldürsen kan olmaz

Nefis öldürsen kan olur”

**

Bizim Aşık Veysel’imiz var:         

Ne var ise sende bende

Aynı varlık her bedende

Yarın mezara girende

Sen toksun da ben aç mıyım?

 

Kimi molla kimi derviş

Allah bize neler vermiş?

Kimi arı, çiçek dermiş

Sen balsın da ben çec miyim?

 

Topraktandır cümle beden

Nefsini öldür ölmeden

Böyle emretmiş Yaradan

Sen kalemsin, ben uç muyum?

 

Tabiata Veysel âşık

Topraktan olduk, kardaşık

Aynı yolcuyuz, yoldaşık

Sen yolcusun, ben baç mıyım?

**

Bizim Edip Cansever’imiz var:

“Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte

Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel

O başkası yok mu bir yanındakine veriyor

Derken karanfil elden ele”

Karanfillerin elden ele dolaştığı günlerin gelmesi dileklerimle birlikte Ramazan Ayı’nın kutlu olmasını diliyorum.

 

14 Aralık 2023 Perşembe

 

BÜYÜK SERMAYENİN PARALI ASKERLERİ: ABD VE İSRAİL (3)

PSİKOLOJİK SAVAŞ

Amerika’nın ve Batı’nn para babaları, soygunlar, katliamlar yaparken bir yandan da kendisini haklı göstermek ve yaptıklarını gizlemek için psikolojik savaş yürütür. Büyük sermayenin elinde olan ABD medyası her yıl milyonlarca haber, fotoğraf, yorum, başyazı, köşe yazısı ve makaleleriyle diğer ülkeleri ve kendi halkını etkiler. Sermayenin kanlı örgütü CIA, ülke içinde 200’den fazla gazete, dergi, haber ajansı ve yayınevinin bizzat sahibidir. Ayrıca diğer gazeteler ve dergiler aracılığı ile yanlış ve taraflı haberler yayar. 

Batı, bu yöntemleri sadece Amerika içinde değil, diğer birçok ülkede de başarı ile uygular. Türkiye’de de Batı’nın beslediği, meşhur ettiği medya kuruluşları, yazarlar, gazeteciler vardır. Bunlar dolaylı ya da açıkça Amerikan propagandası yapmaktadırlar.

Halkımızın büyük kısmı, yıllardır dost ve müttefik olarak takdim edilen Amerika’nın ve diğer Batılı ülkelerin gerçek yüzlerini görmeye başladı. Dost değil düşman olduklarını anladı. Ama ne yazık ki azımsanmayacak sayıda insanımız Batı’nın propaganda tuzağından kurtulamadı. Bunların bir kısmı, Batı yandaşlığını çağdaşlık sanıp Amerika’nın bilerek ya da bilmeyerek piyonu olmaya devam ediyor.

Emperyalistlerin bir silahı da üçüncü dünya ülkelerinde kurdukları veya destekledikleri demokratik kitle örgütleridir. Bu örgütleri maddi yünden destekler. Bazı yazarlara, sanatçılara ödüller vererek kamuoyunda itibar kazanmalarını sağlarlar.

Birçok ülkedeki Protestan misyoner teşkilatları CIA’nın kontrolündedir. Buradaki rahipler birer ajan gibi çalışır. Ayrıca bazı tarikatlar, cemaatler de CIA tarafından kullanılır. Fethullah Cemaati adı altında faaliyet gösteren FETÖ terör örgütü, bunun en iyi örneğidir.

Ulusal Demokrasi Vakfı (The National Endowment for Democracy (NED)) ve Uluslararası Gelişme Örgütü  (International Development Organisations (IDOs)  gibi ABD hükümetinin parasal destek verdiği kuruluşlar ile Ford, Soros Vakfı, Heinrich Böll vakfı, Kondrad Adenaeur Vakfı ve diğer organizasyonlar diğer ülkelerdeki üniversitelere ve sivil toplum kuruluşlarına yardımda bulunur. Bu yardım serbest piyasa ekonomisi ideolojisini destekleyen akademik programlara, sosyal bilim enstitülerine, araştırmalara, burslara ve ders kitaplarına gider.

SİYASİ LİDERLERİ DE KULLANIRLAR

Gazeteler ve gazeteciler aracılığı ile oluşturdukları kamuoyu sayesinde siyasi partilerin yönetimlerini kendi istedikleri gibi oluşmasına gayret ederler. Gerekirse CD’li, kasetli komplolar düzenlerler, liderleri istifaya ve siyasetten çekilmeye zorlarlar. .

ABD ve onunla birlikte hareket eden İngiltere ve Almanya gibi ülkeler, başka ülkelerde, egemen büyük sermaye için çalışacak işadamlarını ve siyasetçileri okullarında eğitirler ve kendi ülkelerinde Batı’nın bir adamı halinde çalışmalarını sağlarlar. 

İngiltere, özellikle Batı Asya (Ortadoğu) politikalarını uygulamada kendisine yardım edecek liderleri ve fikir adamlarını Exeter üniversitesinde eğitir,  yetiştirir. Ortadoğu’daki birçok politik lider ki aralarında çok sayıda devlet başkanı, başbakan ve bakan olmuş kişiler var, Exeter’de şu veya bu şekilde eğitim almıştır.  Abdullah Gül, şimdiki Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Eski Maliye bakanı Naci Ağbal, Ekmeleddin İhsanoğlu, eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yalçın, Kılıçdaroğlu’nun başdanışmanı Prof. Dr. Mehmet Hasan Eken, Prof Dr. Nevzat Yalçıntaş Exeter’de lisansüstü eğitim almış kişilerden sadece birkaçıdır.

Amerika’daki Uluslararası Ziyaret Liderlik Programı’nı (The International Visitor Leadership Program) bilmeden ABD’nin diğer ülkeleri nasıl etki altına aldığını hatta yönettiğini anlamak mümkün değildir:

 Programın tarihçesi de epey derin. 1940’da Nelson Rockefeller tarafından ilk olarak Latin Amerika için başlatılmış ve 130 gazeteci ABD’ye getirilmiş. Gelişerek, devam eden program daha sonra Truman doktrini kapsamında Muhabere Bilgi, ardından Uluslararası Bilgi ve Eğitim Değişim bürosuna dönüştürülmüş. 1952’de de ABD Dışişleri Bakanlığı bünyesine alınmış. 1953’te Başkan Eisenhower tarafından ABD Bilgi Ajansı adı verilen program, daha sonra sırasıyla Eğitim ve Kültür İlişkileri Bürosu, ABD Uluslararası İletişim Ajansı, Uluslararası Ziyaretçi Programı ve son olarak 2004’te Uluslararası Ziyaretçi Liderlik Programı ismini almış.

Resmi rakamlara göre, toplam 290’nın üzerinde mevcut ya da eski başbakan ve cumhurbaşkanı ile 2 bin bakan bu programa katılmış ve mezun olmuş.

Eski kursiyerlerden birkaç örnek verelim: Filipinler Cumhurbaşkanı Arroyo ve Avusturya Cumhurbaşkanı Fischer 1964, Hindistan Cumhurbaşkanı Patiel 1968, Kosta Rica Cumhurbaşkanı Sanchez 1971, Sri Lanka Başbakanı Wickemanyake 1975, Güney Kore Başbakanı Seung Soo 1977, Portekiz Cumhurbaşkanı Silva da 1978’de kurs görmüş.

Taze kursiyerlerin başında ise Kırgızistan Cumhurbaşkanı Bakiyev geliyor. Bakiyev 2004’te kursa alınmış. Şu isimlerin yılları da şöyle: Makedonya Başbakanı Gruevski 2000, Togo Cumhurbaşkanı Gnassingbe 2001, İsveç Başbakanı Reinfeldt 2002.

Kurs görenler listesine, Danimarka eski Başbakanı, yeni NATO Genel Sekreteri Rasmussen, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakasvili, Yunanistan’ın eski Başbakanı Karamanlis’i de eklemek mümkün.

Abdullah Gül bu kursa 1995 yılında seçilmiş ama kayıtlarda bu kursun özel mi, genel mi olduğu belirtilmemiş. İlginç olan Abdullah Gül’ün özgeçmişinde birçok önemsiz huşu varken bu kurstan hiç söz edilmemiş.

Türkiye’deki olayları değerlendirirken bu gerçekler hep göz önünde olmalıdır. Emperyalizm kanlı ve çirkin yüzü ile ülkemize ve komşularımıza çok büyük kötülükler etmektedir.

Kurtuluşu bu emperyalist ülkelerin insafına ve yardımına sığınarak aramak en büyük gaflettir. Tam bağımsız milli devletimizi bu emperyalist güçlere karşı korumamız için, Türk kimliği altında tek bir millet olarak yaşamamız gerekir. Tek millet olarak mücadele etmeden ülkemizi de, devletimizi de ABD’ye ve onun yerli işbirlikçilerine karşı koruyamayız.

ATATÜRK’E GÜVENİYORUZ

Karamsar değiliz, yeni bir dünya kuruluyor. Bu yenidünyada Amerika’nın ve dolayısıyla Batı’nın büyük sermayedarlarının dünyaya egemen olma arzuları son bulacaktır. Yeni kurulacak dünyada sömürenlerle sömürülenler arasındaki çelişki bitecek ve Atatürk’ün müjdelediği günler er veya geç gelecektir:

“... müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır...”

”…insanlığa müteveccih fikir hareketi er geç muvaffak olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve nabût edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir halet-i İçtimaiyeye kavuşacaktır. “

10 Aralık 2023 Pazar

BÜYÜK SERMAYENİN PARALI ASKERLERİ: ABD VE İSRAİL (2)

BU KATİLAMLAR KİMİN VE NE İÇİN?

Başkan Wilson’un 1907 yılında söylediği şu sözlerde bu sorunun cevabı veriliyor:

“Ticaret ulusal sınır tanımadığı ve üretici de dünyayı bir Pazar olarak görmekte ısrar ettiği için ülkesinin bayrağı da onu izlemeli, ona kapalı olan ülke kapıları kırılıp devrilmelidir. Sermayedarların elde ettiği imtiyazlar devletin bakanlarınca güvence altına alınmalıdır, gönülsüz ülkelerin egemenlik hakları süreç içerisinde çiğnense bile. Koloniler oluşturulmalı ve ele geçirilmelidir, öyle ki dünyanın sağılmaya elverişli hiçbir köşesi es geçilmiş ya da bakir bırakılmış olmasın.”

ABD’nin politik hedeflerinden biri, küresel sermaye birikimi için dünyayı güvenli hale getirmektir. Herhangi bir şekilde ekonomik bağımsızlık ya da halkçı yeniden dağıtım politikası izleyenler, ekonominin artık değerini halkın yararına kullanarak kâr amacı gütmeyen hizmetlere ayırmak isteyen yönetimler Amerika’nın müdahale ya da işgal şeklinde gazabına uğramaktadır.

Bu müdahalelerden, bu katliamlardan amaç, uluslararası finans sisteminin güvenliğini korumaktır. Hiçbir ülkenin, bağımsız bir ekonomi politikası izlemesine ve kendisini geliştirmesine izin verilmez. Böyle ülkeler ambargolarla, müdahalelerle ve hatta işgallerle cezalandırılır ve tuttuğu yoldan gitmesi önlenir.

EMPERYALİZM KANA DOYMUYOR

Gazze’de bugüne kadar 7 bin çocuk katledildi. Emperyalizm yedi bin insan evladını, masum yavruyu, bebeği katletti. Emperyalist katiller, gözlerimizin içine baka baka, güle oynaya katliam yapıyor. Topraklarını, evlerini ve vatanlarını çaldıkları Filistin halkının çocuklarını tek tek yok ediyor.

Bu dökülen kanlar, bu akan gözyaşları, bu ölümler, bu sürgünler, bu yuvasız kalmış aileler, bu babasız, annesiz kalmış evlatlar, bu evladının arkasından ağlayan anneler, babalar; bütün bunların tek sebebi var: Kar, daha çok kar; para, daha çok para; her şeye rağmen kazanmak, daha çok kazanmak.

Emperyalizm, dünya tarihinin son beş yüzyıllık diliminde bütün kıtaları, bütün ülkeleri, bütün insanları iliğine kadar sömürdü. Yerli halklara zulmetti, tüm uygarlıkları kuruttu. Sömürmek için ya öldürdü ya da insanları birbirine kırdırdı.

EMPERYALİZMİ KAPİTALİZM BESLİYOR

Emperyalizm, siyasi ve iktisadi hayatına egemen olan kesimlerin, sırf kendi keselerini doldurmak, kendi cüzdanlarını şişirmek için başka halkların toprağına, toprak altı zenginliklerine, emeğine, hammaddesine ve ceplerindeki paraya el koyma hadisesidir.

Kapitalizm olduğu için emperyalizm var, mülkiyet olduğu için emperyalizm var.

Kapitalizmin olmazsa olmazıdır yayılmacılık. Kapitalizm yayılır, ayırım yapmadan yayılıp her yere yerleşir. Yerleştiği yerlerdeki insanları hakları ellerinden alınmış işçilere dönüştürür.

Yayılır çünkü onun fabrikasına ucuz hammadde lazımdır. Ona ucuz enerji lazımdır.

Yayılır çünkü ona ucuz işçi lazımdır. Bunun için fabrikasını gider az vergi vereceği, çalışma şartlarının yük olmayacağı, sendikaların güçlü olmadığı, çevre koruma yasalarının olmadığı yerlere kurar.

Yayıldığı yerlerde refah gelmez, barış gelmez, özgürlük gelmez; gelse de kapitalistlerin izin verdiği kadar gelir.

Gelişmiş ülke dediklerimiz sömürerek gelişti. Bu ülkelerin zenginleri kendi halklarını da sömürdü ve sömürüyor.

EMPERYALİZM ACIMASIZDIR

Emperyalizm, direnenlerden hoşlanmaz. Direnen halkların, milletlerin gözünün yaşını bir yana bırakın akan kanına bile bakmaz. İnsanları öldürür, halkları vatanından sürer, kültürleri yok eder.

Bu emperyalist güçlerde, daha fazla kazanmak arzusu her zaman için adalet ve merhamet duygusundan daha güçlüdür.

Soymak için, sömürmek için, ezmek için uluslararası kurumları kullanır. IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü emperyalizmin silahsız ordularıdır. Bunların mensuplarının elinde belki top, tüfek yoktur ama içi evrak dolu çantalar vardır. Üniformaları ise siyah takım elbisedir.

BÜYÜK SERMAYENİN KATİL BEKÇİLERİ

Dünyaya büyük sermayenin egemen olmasını sağlamak için Amerikan Ordusu her an nöbettedir. Bu ordunun ölüm makinesi özelliğini yitirmemesi için her yıl milyarlarca dolar para harcanır. Amerika’nın 35’den fazla ülkede 400’den fazla üssü vardır. Bu üslerde 500.000 üstünde asker vardır. Bu ülke adeta bir nükleer bomba deposu gibidir. Dünyanın her yanına yetişebilecek binlerce stratejik ve taktik uçakları, binlerce füzesi vardır.

NATO’da emperyalist sistemin en güçlü bekçisidir.

Bu kadar güçlü bir orduya sahip Amerika, özellikle son yıllarda, terör örgütlerini de kullanıyor. Amerika’ya yakın devletlerin askerleri, polisleri ve teröristler CIA ve buna benzer diğer birimlerce eğitiliyor. Onlara gözetim, soruşturma, işkence, gözdağı ve suikast konularında bilgiler veriliyor. Latin Amerika’da “Katiller Okulu” olarak bilinen Fort Benning’teki ABD Askeri Okulu’nda yandaş devletlerden gelen askerlere en son zulüm ve işkence metotları öğretiliyor. El Salvador’da köy katliamları yapanlar ve diğer vahşetlere karışanların çoğu bu okulda eğitilmişti.

Coğrafyamızdaki PKK/YPG/PYD, DEAŞ, İŞİD gibi terör örgütleri de emperyalizmin eli kanlı uşaklarıdır. 

 Devam edecek…

 

 BÜYÜK SERMAYENİN PARALI ASKERLERİ: ABD VE İSRAİL (1)

Bugünkü gazeteler yazıyor:

“Son dakika haberi... İsrail'in Gazze'de yürüttüğü katliamın en büyük finansörü olan ABD, İsrail'e koşulsuz desteğini her geçen gün biraz daha artırıyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde skandal bir karara imza atan ABD, Gazze'de acilen insani ateşkes talep edilen karar tasarısını veto etti. İngiltere "çekimser" oy kullanırken diğer 13 üye "evet" oyu kullandı.

Genel Sekreteri Antonio Guterres'in BM Şartı'nın 99. maddesini işleterek Konseye gönderdiği mektuba atıfta bulunulan karar tasarısında, Gazze Şeridi'ndeki korkunç insani durum ve Filistin halkının çektiği acılara işaret edilerek tüm sivil toplumların korunması gerektiği belirtiliyordu.

Acilen insani ateşkes çağrısı yapılan karar tasarısında, tüm taraflara özellikle sivilleri koruma konusunda uluslararası hukuk uyarınca yükümlülüklerini yerine getirme çağrısı yapılıyordu.

Karar tasarısında, tüm esirlerin acilen ve koşulsuz serbest bırakılması ve insani yardıma erişim sağlanması talep ediliyordu.”

Bu habere şaşmadık çünkü biliyoruz ki; ABD ve İsrail, kapitalist Batı’nın dünyaya egemen olmak isteyen büyük sermayesinin kullandığı örgütlerden ikisidir.

Hegemonyacı büyük sermaye için önemli olan paradır, zenginliktir. Bugüne kadar, zenginliklerine zenginlik katmak için önlerine çıkan bütün engelleri yıktılar, yaktılar. Ülkeleri işgal ettiler, katliamlar yaptılar ama bir türlü kana ve paraya doymadılar.

Bu gerçeği göremeyenler, bilmeyenler İsrail’in Filistin’de bebek, çocuk, kadın, sivil demeden öldürdüğü katliamın gerçek sebebini anlayamazlar, doğru değerlendiremezler.

 Ellerine milyonlarca masum insanın kanı bulaşmış çok büyük zenginlerin kullandığı üç yöntem var:

a)      Ülkelerin yönetimlerini sözüm ona demokratik yöntemlerle ya da darbelerle belirlemek;

b)      İşbirlikçi iktidarlarla kontrol altına alamadıkları ülkeleri işgal etmek;

c)       İşgale karşı direnme olursa, çocuk, yaşlı, sivil, asker demeden katliamlar yapmak.

Bu kanlı sermaye,  bunları gerçekleştirmek için, ABD, İsrail ve diğer Batılı kapitalist devletlerin ve sömürmek istedikleri ülkelerin ordusunu, halkını, medyasını, aydınlarını(!) kullanır.

Afganistan’da yenilerek ülkeyi terk edince ”medeniyet ışığı söndü” diyerek Amerika’yı işgal ettiği ülkelere medeniyet ışığı saçan bir devlet gibi gösterenler oldu. Oysa ABD ve diğerleri işgal ettiği topraklara medeniyet ışığı filan götürmez, barut götürür, bomba götürür, ölüm götürü, zulüm götürür.

Bu medeni Amerika(!), sermayenin ülkede büyümesi ve güçlenmesi için, kurulduğu tarihten bu yana, neler yapmış özetleyelim:

KURULUŞUNDA KATLİAMLAR VAR

Amerika kurulduğundan bu yana insanlık suçu işleye işleye büyüdü. Büyüme oranı, işlediği insanlık suçları ile orantılı gitti.

Emperyalizm kan içerek büyür; ne kadar çok katliam, sömürü ve doğa tahribatı o kadar hızlı büyüme…

Amerika bağımsızlığını İngiltere ile savaşarak elde etti. Bağımsızlığını ilan ettiği topraklara ise Kızılderilileri öldüre öldüre sahip oldu. Bağımsızlık bildirisinde bile onlardan “Acımasız vahşiler” diye söz edilir. Bağımsızlık bildirisini kaleme alan Thomas Jefferson Kızılderililerin topraklarını ele geçirmenin beyazların hakkı olduğunu söyler. İlk cumhurbaşkanlarından John Adams’ göre Kızılderililer “Kanlı av köpekleridir”.

20 milyonun üzerinde Kızılderili ya öldürülmüş ye da ölümcül şartlar içine itilmiştir. Çeşitli işkencelere, tecavüzlere, hastalığa, açlığa ve sürgüne maruz bırakılmış, çocuk kadın demeden acımasızca katledilmiştir.  İlk biyolojik silah onlar için kullanılmış, çiçek virüsü bulaştırılmış battaniyeler verilerek binlerce Kızılderili ölüme terk edilmiştir. Amerikan hükümeti her Kızılderili kafatası için 5 dolar vererek adeta soykırım yapmıştır. Bununla yetinilmemiş, Kızılderililerin en önemli besin kaynağı olan bizonlar da öldürülüp Kızılderililer açlığa mahkûm edilmiştir. İlk zamanlar kuzey Amerika’da 50 milyon bizon varken 1889’da ülkede sadece 540 bizon kalmıştı.

KATLİAMLARA DEVAM

Amerika ülke dışındaki katliamlara erken başladı. 1899’dan 1902’ye kadar Filipinleri zapturapt altına almak için yapılan askeri harekâtta 200.000 Filipinli can vermiş, on binlercesi yaralanmış ve işkence görmüştü.

6 ve 9 Ağustos 1945 insanlık tarihinin en acı ve en karanlık günü oldu.  Amerika, önce Hiroşima’ya daha sonra da Nagazaki’ye atom bombası attı ve on binlerce masum insanı acımasızca öldürdü. Kentler harabeye döndü. Sadece insanlar değil o bölgelerde yaşayan her canlı artık yaşamaz oldu. Radyasyonun etkisi yıllarca devam etti.

Bu bir insanlık suçuydu. Bu bombalar Japonlara değil insanlığa atıldı ve 6 Ağustos’ta dünya insanlığını kaybetti.

 

Guatemala ise 1954 yılında Amerika tarafından işgal edildi. İşgal sonucu askeri yönetim kuruldu. Bu yönetim sırasında daha önce topraksız köylülere dağıtılan araziler geri alındı. 36 yıl süren iç savaş sonucunda 200.000’nin üzerinde Guatemalalı hayatını kaybetti.

Panama Başkanı Noriega’nın uyuşturucu işiyle uğraştığını bahane eden Amerika 1989 yılında bu ülkeyi işgal etti. Panama City’de Noriega’nın büyük halk desteği gördüğü işçi semtleri bombalandı ve zorla boşaltıldı. Binlerce insan tutuklandı. Zengin Kompradorların desteği ile yeni bir hükümet kuruldu.

Amerika müdahale edecekse, büyük, küçük ülke demeden gereğini yapar. Dominik beş kere Amerikan askeri müdahalesine maruz kaldı. 100 binin biraz üzerinde nüfusu olan Granada da Amerikan gaddarlığından nasibini aldı. 1983’de Reagan yönetimi bu ülkeye işgal ederek yönetimi değiştirdi. Sonuçta işsizlik ve yoksulluk diz boyu arttı.

Vietnam savaşı ise tam bir trajedidir. Bu savaş 1965 yılında başlamış ve 1975 yılına kadar sürmüştür. Vietnam 1,5 milyon vatandaşını ve zehirlenme sonrası topraklarının üçte birini kaybetmesine karşın savaştan galip çıktı. Bu 1.5 milyonun üstündeki Vietnamlının çoğu sivildi, çocuktu, kadındı.

Irak’a iki kere müdahale etti. 2003’teki ikinci müdahaleden bu yana Irak’ta ölen sivil sayısı 1.000.000’nun üzerindedir. Binlerce insan işkenceye maruz kaldı. Kadınların ırzına geçildi. Çocuklar ailesiz kaldı. 2 milyondan fazla insan evinden, yurdundan göç etmek zorunda kaldı.

Amerika katliamlarını bizzat kendi askeri güçlerini kullanarak gerçekleştirdiği gibi farklı ülkelerde kendisine bağlı örgütleri silahlandırarak, eğiterek ve destekleyerek de yapar. El Salvador’da, Guatemala’da Kolombiya’da Endonezya’da bu yöntemleri kullanmıştı; tıpkı şimdilerde Batı Asya’da (Ortadoğu) yaptığı gibi.

PKK/PYD/YPG, Türk vatanını ve milletini bölmek ve bu bölgede kendisine bağlı bir devletçik kurmak için kullandığı örgüttür.  

Şili’de sosyalist lider Allende’i devirmek için Pinochet’i destekledi. Pinochet, 1973 yılında önce Allende yanlısı subayları öldürdü. Daha sonra Allende’in bulunduğu Başkanlık Sarayı’nı ve ailesinin oturduğu evi bombaladı. Allende öldürüldü. İktidarı devralan Pinochet iktidarı süresince katliamlar yaptı. 3 binin üzerinde insan öldürüldü. Bir milyondan fazla insan Şili’den göç etti.

Endonezya’da ABD destekli ordu 500.00’den fazla insanı öldürdü. Komünist Partisi’ni ve onun sempatizanlarını yok etti. On yıl sonra Amerika destekli Endonezya ordusu Doğu Timur’u istila edip 600.00’lik nüfusun 100.000’den fazlasını öldürdü. Saldırı, Başkan Ford ve Dış İşleri Bakanı Kissinger’in Endonezya’yı terk etmesinden bir gün sonra başladı. Belli ki yeşil ışık yakılmıştı.

Amerika’nın insanlık suçlarının en taze örneklerinden birisi Suriye’de yaşandı. Amerikan askerlerinin desteklediği terör örgütlerinin eylemleri sonucu 300.000’den fazla insan hayatını kaybetti. Milyonlarcası evinden yurdundan göç etmek mecburiyetinde kaldı. Anneler, babalar, bebekler denizlerde boğuldu.

29 Ağustos 2023 Salı

 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI KUTLU OLSUN

Türk milletinin bu büyük zafer gününü kutluyorum.

Cumhuriyet’e giden yolun kapısını bugün açtık.

Başını İngilizlerin çektiği Batı’nın emperyalist güçlerini bugün mağlup ve perişan ettik.

Mazlum milletlere emperyalist güçlerin de yenileceğini bugün gösterdik.

Bu zaferle, 23 Nisan 1920’de Atatürk’ün önderliğinde kurduğumuz cumhuriyeti tüm dünyaya Kabul ettirdik.

Bu zaferle, Türk milleti şehit kanları ile vatan kıldığı bu topraklara egemen oldu ve özgür ve bağımsız yaşamaya başladı.

Bugün, Türk Devrimi'nin en önemli günlerinden birisidir. Devrimin önündeki en büyük engel bugün aşılmıştır.

“ZAFER, ZAFER BENİM DİYENLERİNDİR”

Bu büyük zaferi bize armağan eden, Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları Başkumandanı Mustafa Kemal Paşa, 30 Ağustos’u şöyle değerlendiriyor:

“Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”

Bu zaferi kazanarak bize hür ve müstakil bir vatan bırakan, başta Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Paşa, Garp Orduları Komutanı İsmet Paşa ve Milli Savunma bakanı Kazım Paşa olmak üzere, neferinden, en üst düzeydeki komutanına kadar ordumuzun tüm mensuplarına, şehitlerimize, gazilerimize ve ordumuzun galip gelmesi için her türlü fedakârlığı gösteren kadın, erkek tüm milletimize şükranlarımızı ve minnetlerimizi sunuyoruz.

EMPERYALİSTLERE KARŞI SAVAŞTIK

Bu savaş bir vatan savaşı idi. Türk milleti bu savaşı sadece Yunanlılar karşı değil, yedi düvele yani emperyalist ülkelerin tümüne karşı verdi ve kazandı.

Türk milletini ve vatanını bölmek ve vatan topraklarımızın bir kısmında Kürdistan ve Ermenistan isimli kukla devletler kurmak isteyen, başta İngiltere olmak üzere, emperyalist ülkeler, Sevr Antlaşmasını bize zorla kabul ettirmek istediler ve bunun için Yunanlıları üzerimize saldırttılar.

Biz Dumlupınar'da sadece Yunanlıları değil tüm emperyalist devletleri yendik.

DUMLUPINAR VE AFYON OVASI: BİR DEVRİN BATTIĞI YER

Yıl 1924, 30 Ağustos'u anmak için Türk halkı Afyon Ovasında toplanmış. Hamdullah Suphi halka hitap ediyor. 

"Burada, hâdise sözden çok kuvvetli bir mevkidedir. Ben size ne söyleyebilirim ki, bu ovaların üstünde geçen vak’alar kadar derin, manalı, beliğ ve şümullü olsun. Söz burada fiil karşısında acizdir. Bakıyorum, aramızda Anadolu kadınları var, hiçbir felâketin üstüne gözyaşı akıtmamış, yüzleri kayalar gibi katı, yüzleri dağ başlarındaki kayalar gibi yanık, sayısız muharebelere sayısız şehitler vermiş Anadolu kadınları var. Aramızda alaca gömlekleriyle, çıplak ayaklarıyla köylüler ve köy çocukları görünüyor. Dağ başlarındaki yaylalardan Yörükler inmiş, içtimaa onlar da gelmişler, içtima tamamdır. Burada olanlar kadar burada olmayanlar da burada… Türk milletinin ruhu, bu harp meydanının kenarında şimdi el bağlamış duruyor" 

Yıllarca süren savaşlardan dolayı yorgun ve bitkin bir halk; insanlar aç ve susuz; üstte yok, başta yok, her evde 3-5 şehit, gidip de gelmeyen nişanlı, koca, baba. Bu yokluk ve perişanlık içinde eksik olmayan hürriyet ve istiklâl arzusu. 

Zamanın padişahı kendi ikbali peşinde. İngilize teslim olmuş, sarayından çıkamıyor. O saraylar Türk halkı açlıktan hastalıktan, savaşlardan kırılırken ondan bundan borç alınarak yapılmış. 

Zafer gerçekleşince Türk halkı mutlu, mesut; padişah ve avenesi ise üzgün ve mahzun.

Afyon ovası ve Kocatepe Necmettin Halil Onan’ın dediği gibi bir devrin battığı yerdir. Bu devrin batması ile, Türkiye Cumhuriyeti “Yeni bir güneş gibi doğmuştur” ve Türk Ulusu istiklâl ve egemenlik zevkini Cumhuriyet ile birlikte tatmaya başlamıştır.

Halil Onan'ın ağzından Afyon Ovası:

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın,

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.


Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,

Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda,

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.


Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,

Mübarek kanını kattığı yerdir.


Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,

Bir harbin sonunda, bütün milletin,

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.


28 Ağustos 2023 Pazartesi

 EMPERYALİZME KARŞI KAZANILMIŞ SAVAŞI EMPERYALİZMİN PİYONU İLE KUTLAMAK

Duyunca inanamadım, 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları kapsamında, Gülşen denen müptezel kadına  İstanbul Büyükşehir Belediyesi konser verdirtecekmiş. Böyle bir edepsizliği ancak  İmamoğlu'nun başkanı olduğu bir belediye yapabilir.

Emperyalizme karşı savaşan bir ordunun zaferini, emperyalizmin uşağı haline gelmiş, orasını burasını açmayı sanat diye sunan, ahlak yoksunu bir kadının sesinden çok vücut gösterisiyle kutlamak edepsizliktir, ahlaksızlıktır, seciye düşkünlüğüdür. Başta Atatürk olmak üzere 30 Ağustos'un tüm  gazi ve şehitlerine yapılmış bir hakarettir. Böyle bir alçaklığı kabul etmek mümkün değildir. 

Emperyalizmin yıllardır süren, kültürel saldırısının amacı ülkenin milli, manevi değerlerini tahrip etmektir.

  İşte Gülşen’in görevi de tam da burada başlıyor. Sahnede soyunarak, yarı çıplak şarkı söyleyerek ve uygunsuz şarkı sözleri yazarak, seyircilerin kucağına oturarak, LGBT bayrağı açarak kendisine verilen görevi başarılı bir şekilde yapıyor. 

Bu yaptıkları milli ahlakımıza, milli seciyemize, milli terbiyemize ve edebimize, ananelerimize, milli benliğimize yönelik saldırılardır.  Bu saldırıları esas hedefi Türk milletidir.

Gülşen’in milletimize ve devletimize yönelik bu saldırıları, bu ahlaksızlıkları, bu edepsizlikleri, bu küstahlıkları onu emperyalizmin savaşçısı yapmıştır.

İmam Hatip mezunları için söyledikleri ise, geniş bir çevre tarafından yürütülen İslamiyet, din, din adamı,  imamlar, dindar insanlara ve camilere yönelik tahkir ve aşağılama kampanyasının bir parçasıydı.

Gülşen tutuklandıktan sonra, kendisine büyük bir destek kampanyası başlatılmıştı. Adeta kahraman ilan edilmişti.

 Türk milli benliğine, Türk kültürüne bu denli saldıran biri adeta kahraman ilan edildi. Bunu yapanların büyük çoğunluğu ise kendisini Atatürkçü olarak takdim eden çevreler ve insanlar oldu. Beyinleri esir alındığı için Atatürkçülüğü Batı tarzı yaşamak sanan bu insanlara Atatürk’ün şu sözlerini hatırlatmak isterim:

“Dünyanın bize hürmet etmesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün fiil ve hareketimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin şikârıdır(avı).”

İşte bu şarkıcı, kucak dansçısı, eşcinsellik propagandacısı, striptiz yıldızı Gülşen, bizi avlamak isteği ve eylemi içinde olan, başını Amerika'nın çektiği emperyalizmin milli benliğimizi yok etmek için kullandığı bir piyondan başkası değildir.

Gülşen'e bu ihanet imkanını sunan İmamoğlu'da emperyalizmin hizmetkarı olmuştur. Yazıklar olsun!

İstanbul halkı seçimlerde İmamoğlu'ndan hesap sormalıdır; sormazsa ona da yazıklar olsun! 


19 Ağustos 2023 Cumartesi

 LİBERAL EKONOMİK SİSTEM VE RASYONEL DÜŞÜNCE

Yükselen enflasyon, artan işsizlik, ardı ardına ilan edilen konkordatolar, iflaslar, fabrikalardan çıkarılan işçiler, bozulan gelir dağılımı, artan ekonomik eşitsizlik, sürekli açık veren cari işlemler, kamunun ve halkın artan borçları içinde bulunduğumuz ekonomik krizin en belirgin kanıtları..

Türkiye, Kapitalist Batı’nın etkisine girip de Atatürk’ün ‘halkçılık’ ve ‘devletçilik’ ilkelerini bir yana bıraktığından bu yana zengin daha zengin, yoksul daha yoksul oluyor. Artan milli gelir belirli ellerde toplanıyor ama halka intikali sınırlı kalıyor.

Türkiye’nin ekonomik ve sosyal durumunu, yaşadığımız çelişkilerin nasıl derinleştiğini rakamlarla anlatalım; durum özetle şu:

Türkiye’de ve emperyalizmin etkili olduğu tüm ülkelerde zenginler zenginleşmekte, zenginlerin en zenginleri daha da zenginleşmekte, yoksulların sayısı artmakta ve giderek daha da yoksullaşmakta.

15 milyon insanımız yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Gelir, servet ve fırsat eşitsizliğinin boyutları büyümekte. Kadınlarımızın durumu daha da vahim; cinsiyet eşit(siz)liğinde 122. Sıradayız.  

Yoksulluk sınırında yaşayan insanların oran Türkiye’de yüzde 14.4. Bu oranla Türkiye 39 ülke arasında üçüncü sırada. Türkiye’de her 4 çocuktan biri açlık sınırında yaşıyor. OECD ortalaması yüzde 12.7. Bebek ölümlerinde 1’inci sıradayız. Bizde binde 9.2  iken, OECD ortalaması 4.6.

Gelelim işçi sınıfına. Temmuz ayındaki asgari ücret artışı ve ara zamlar sayesinde işgücü ödemeleri 2022 yılı üçüncü çeyreğinde yüzde 96.2 arttı. Net işletme artığı/karma gelir ise yüzde 123 arttığı için yani sermayenin elde ettiği kazanç daha fazla olduğundan işgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı yüzde 26.3'te kaldı. İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla Gayrisafi Katma Değer içerisindeki payı geçen yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 29.5 düzeyindeydi. Özetle, sermayenin geliri arttı, emeğin geliri azaldı.

Türkiye, karşılaştırılabilir zenginlik seviyelerine sahip diğer ülkelere göre daha eşitsiz durumda. Bugün en alttaki %50 servetin %4’ünü, ortadaki %40 servetin %29’unu ve en üstteki %10 toplam hanehalkı servetinin %67’sini elinde tutuyor. Bu oranlar en alttaki %50’nin oldukça düşük bir serveti bulunduğunu yani ülkede çok sayıda “çok yoksul” insan olduğu anlamına geliyor.

HAL BÖYLE OLUNCA:

Kimisi evine götüreceği ekmeğin fiyatını bile hesap ederken kimisi en lüks lokantalarda yiyip de yemek beğenmiyor.

Kimisi çocuğunun okul masraflarını karşılayamamanın acısını çekerken, kimisi çocuğunu en pahalı özel okullara gönderiyor, yetmezmiş gibi özel hocalar tutuyor. Yoksullun çocuğu okurken de zorlanıyor, okulu bitirip iş ararken de; zenginin çocuğu iyi okullarda rahat rahat okuyor, okul bitince de zaten işi hazır oluyor.

Kimileri ülkenin fabrikalarını, işletmelerini, topraklarını, derelerini, madenlerini, limanlarını satıyor, kimileri de bunlardan habersiz televizyonda saçma sapan programlar, diziler izliyor. Aydın geçinenler ise, Erdoğan'ı, Kılıçdaroğlu'nu, Bahçeli'yi, Akşener'i tartışıyor ama sistemi sorgulamak akıllarına gelmiyor. Akıllarına gelmez çünkü sistem izin vermez. Sorgulamaya kalkanları da hemen itibarsızlaştırır.

RASYONEL DÜŞÜNELİM, SİSTEMİ SORGULAYALIM

Açın gazeteler bakın, televizyonları dinleyin tartışılan konulara bakın; partiler tartışılıyor, kişiler tartışılıyor ama sistem sorgulanmıyor. Zaten partiler de bu ekonomik sistem içerisinde çareler sunuyor.

İktidar bir türlü liberal ekonomi uygulamalarından vaz geçemiyor. Muhalefet ise liberal ekonominin savunucularını danışman tutmuş, bununla övünüyor. 

Rasyonel düşünülmediği için sistem sorgulanmıyor. % 1'lik kesim, kapitalist liberal ekonomik modelin en başarılı sistem olduğuna insanları inandırmış; onlarda önyargılar oluşturmuş. Bırakın sosyalizmi; devletçilik, planlı kalkınma bile tu kaka olmuş. Küreselleşmiş, liberalleşmiş bir ekonomik modelin çok başarılı olacağına dair kanaatler insanlarımızın beynine çakılmış. Bu durumda rasyonel düşünce olur mu?

SİSTEMİ DEĞİŞELİM

İktidarı değiştirmek çözüm değildir. İktidarla birlikte sistemi değiştirelim. Özal gider, Çiller gelir; Çiller gider, Derviş gelir; Derviş gider, Erdoğan gelir, Erdoğan gider başka birisi gelir ama sorunlar bitmez.

Türkiye, tasarrufu, yatırımı, üretimi esas alan; planlı, kamu ağırlıklı, emekçilere saygı duyulan; refahın ve gelirin hakkaniyetle dağıtıldığı yeni bir ekonomik sistemi bir an önce uygulamaya başlamalıdır.